2012'den - İlk düzyazı denemem

1 Kelime Yaz, 8 senelik bir çalışmanın ürünü olmasıyla birlikte bende ayrı bir yere sahip olmaya devam edecek.

Çeşitli sebeplerle Kasım ayından itibaren blogda herhangi bir içerik paylaşmıyor oluşumun dışında günlük hayatta da şiir yazmayı bıraktım diyebilirim.

Ancak yine de paylaşımda bulunmamı engellememeli diye düşünüyorum. Evet, belki şiir konusunda ikinci bir karara kadar içerik eklemesem de bugün okuyucuya farklı gelecek bir şey denemek istedim.

Karşınızda, başlığını atmadığım Kaya'nın Derin'e olan aşkına ilişkin ilk düzyazı denemem.

Kısaca birkaç bilgi eklemek istiyorum paylaşmadan önce. Öncelikle yazının oluşturulma tarihi eğer daha önceden başkaca bir Word belgesi açmadım ise ayrıntılarda gözüktüğü şekilde 26/06/2012 tarihi saat 18.38'e isabet ediyor. Yine söz konusu word belgesinde son kaydetme tarihi olarak 27/06/2012 tarihi saat 19.39 olarak gözüküyor. Açıkçası neredeyse 9 yıl önceki bir metnin toplam düzenleme gün ve saatini hatırlamama imkan olmamakla birlikte yine açıklamalarda yer edinen bilgiye göre 3 saat 2 dakika sürmüş.

İçerik olarak en çok dikkatimi çeken şey, "üstat" kelimesinin İstanbul Barosu'na kaydımı yapma ihtimalim dahi bulunmadığı bir zamanda hayatıma dahil olmuş olması. O satırları yazdığım sırada bugün konuşma hayatımda büyük ölçüde yer edinen bu kelimeyle bu denli aşina olacağımı asla fark edemezdim.

Metinde yer alan anlatım bozuklukları ve yazım hatalarını o dönemki yanlışlarımı göz önüne sermek için yine dokunmadan yayınlayacağım. Metinde yer yer kendi hayatımdan kupleler bulunuyor olsa da anonimleştirilmiş bir otobiyografi yazımından öteye varmak istediğim de anlaşılıyor. Günlük hayattan beni tanıyanlar da bazı detaylarda kastettiğim hususları fark edeceklerdir.

Metnin sonunda yer alan lisansüstü eğitim enstitüsü meselesinde ise üniversiteye bile başlamamış bir kimse için yüksek lisans bölümü olarak geçmesi tolere edilebilir diye düşünüyorum. Nihayetinde söz konusu yazı bir taslaktan ibaret.

Ayrıca lisansüstü meselesinde yine hayatımın yıllar öncesinin bir önizlemesi gibi oluşu da beni tebessüm ettirmeye yetti diyebilirim.

Lafı daha fazla uzatmadan meraklıları için Kaya ve Derin:



                                                                         

 

I

 

 

Sabaha gözlerini açtığında, her sabah olduğu gibi yorgun uyandı. Yorgun uyanışlara alışan Kaya, en iyi dinlenmenin sabah kalkmadan hemen önceki dinleniş olduğunu fark etmişti. Bu yüzden alarmını uyanması gerektiği zamandan 10 dakika kadar önce olmak üzere 1. defa ve uyuma ihtimaline karşın; gereken zamana uygun olmak suretiyle 2. defa kuruyordu. Sabahları 8’de kalkması gerekiyordu. Ancak o 7.50’de uyanır, 10 dakika yatakta dinlenir, 8’de 2.defa çalan alarma beraber yatağından kalkardı. Yine aynı işlemi uyguladı kendi üzerinde. 10 dakika sonra çalan 2. alarmla – biraz da psikolojik olarak- kendisini güne hazır, ilk uyandığındaki yorgunluğunu biraz olsun atmış hissediyordu.

Yataktan kalkar kalkmaz elini yüzünü yıkadı ve ağzını çalkaladı. Küçük yaşlarından gelen bir adetle yemek yemeden önce dişlerini fırçalamazdı. Mutfağa geçti. Dolabı biraz kurcaladı. Yiyecek şeyler aldı. Çayını ısıttı. Yemeğini yiyip çayını içtikten sonra, kahvaltısını bitirmek için akşamdan yarısını içtiği kutu sütün kalan yarısını da içti. Ardından vakit kaybetmeden dişlerini fırçaladı. Odasına geri döndü. Dağınık duran yatağını toplama işini hiçbir zaman yemekten sonra yapmazdı. Eşofmanlarını giydi. Koşu ayakkabılarını da giyip, kendini dışarı attı. Yarım saat koştuktan sonra spor merkezine gitti. Merkezde sabah sporunu bitirmek için güne başlama ve esneme hareketlerini tamamladı. Evine geri döndü. Boş duran koltuğa oturup, 5 – 10 dakika kadar soluklandı. Dağınık duran yatağını işte şimdi toplayabilirdi. Etraftaki dağınık eşyalarını da dolaba kaldırdı ve odasını tamamen topladığını düşündü. Dolabından bornozunu da aldı ve duşa girdi.

Saat 9.30’a ulaşmıştı. Geç kaldığı sabah haberlerinden günün başlıklarını öğrendi. Ardından bilgisayarın başına geçti. Acil cevaplanmasını gereken maillerini cevapladı. Bilgisayarda oturmayı pek sevmezdi, maillerini cevaplayıp televizyona yetişemediği günün haberlerini bakardı. Bilgisayarını kapadıktan sonra üzerini değiştirdi. Evden tam ayrılırken, görmesi için bilerek koridora koyduğu sazını almadığını fark etti. Hemen onu da alıp, evden çıktı.

İş yerine ulaştığında yardımcısı onun yerine eczaneyi açmış oluyordu. Kaya yardımcısına seslendi:

- Günaydın, Mümtaz!

Mümtaz sevinçli bir şekilde patronunu cevapladı:

-Günaydın, Kaya Bey!

Kaya kendisine patron denilmesinden hoşlanmıyordu. Her ne kadar eczanenin sahibi Kaya olsa da asıl çabayı Mümtaz harcıyordu. Bu durumda neden kendisine patron dedirtmesine ihtiyacı vardı ki? Zaten işinin başında da adam akıllı durduğu da yoktu. Her işi yardımcıları yapardı. Mesela Mümtaz, sabah 9.00’da eczaneyi açar, etrafı düzenler, gelen hastalara yardımcı olurdu. Kaya’nın da işine geliyordu tabii. Anadolu’nun zor şartları altından okumak için göç eden bu kadar hırslı, saf, temiz ve düzenli çalışanını kaybetmek istemiyordu. Ancak Mümtaz dördüncü sınıftaydı. Yani kalmazsa, çok çalışkan çocuk olduğu için bu olasılık çok düşüktür, seneye mezun olacaktı.

Kaya hep Mümtaz mezun olup da kendi eczanesini açınca yerine kimi bulacağını düşünüyordu. Belki de ortaklık teklif edebilirdi, Mümtaz’a. Ama o zaman kendisi çok çalışmayacağı için alacağı payın düşük olacağını düşünüyordu. İçini daraltı basıyordu, bunları düşününce. “Hele bir o gün gelsin!” diye iç geçirdi ve konuyu kendi içinde kapattı. Kapattı ancak her ne zaman bu düşüncelere girse ailesine atıyordu suçu. Belki eczacılıkla ilgili en ufak nüansları bile biliyordu. Ancak mesleğini sevgisi yok denebilecek kadar azdı. Az olan sevgisi de menfi duygulardan ibaretti. Sevemezdi de mesleğini. Kendi için okumamıştı ki bu bölümü. Ailesi biricik oğullarının ileride sıkıntı çekmesini istemedikleri için hep sayısal alana yönlendirmişlerdi onu. Hoş, Kaya gençliğinde de özellikle lise çalarında akıllı bir çocuktu. Sayısal bölümünü de derece yaparak bitirmişti. Ancak sevdiği bölüm sayısal alan değildi.

Onun gözü Edebiyat’taydı, Tarih’teydi. Halen de olduğu gibi gençlik yıllarında da boş bulduğu her zamanda kitap okur, şiir yazar, besteler yapar, denemeler yazardı. Eline geçtiği tarihle ilgili herhangi bir kaynağı, kapağı soğumadan bitirirdi. Eczane işleriyle ise; Mümtaz’ın bilgisinin yeterli olmadığı durumlarda, gidecek bir kapı veya katılabileceği bir sosyal etkinlik bulamadığında meşgul oluyor, bilhassa geceleri uykusu kaçtığı zamanlarda eğer o gün nöbetçi eczane sırası onlardaysa, Mümtaz’ı evine dinlenmeye yolluyor ve kendi kalıyordu. Kalıyordu ancak her ne kadar uykusuz da olsa, gecenin ilerleyen saatlerinde bastıran uykusu onu mahvediyor, bir an önce sabah olmasını ve Mümtaz’ın gelip eczaneyi açmasını bekliyordu.

1-2 saat eczanede kalıp, öğleden sonra Türk Musikisi Cemiyeti’ne gitti. Kendinden yaşça büyük insanlarla sanatsal sohbetler etti. Yaşıtlarının aksine Türk Sanat Müziği’yle ve de bilhassa Türk Halk Müziği’yle ilgilenirdi. Sohbete devam ederken, kimilerine göre yaşlı olarak tabir edilen, bu sanat âşıklarına üstad derdi. Onun gözünde yılların tecrübesi bu kişiler sanatın üstadlarıydı. Bayanlara ise duayen derdi. Üstad kelimesini fazla eril buluyordu. Zevkli sohbetin ardından koro halinde unutulmazlardan çaldılar. Ardından herkesin kendi sazını övdüğü fasıl gelirdi. Kaya bu tartışmaları hiç yorum yapmadan izlerdi. Çünkü bilirdi, bir sazın diğerine üstün olmadığını. Elbette yaşlılarda bunu biliyordu, ama vakitlerinin çoğunu geçirdikleri bu mekânda yapacakları fazla bir şey yoktu. Arada yaptıkları bu çocukça muziplikler hoşlarına giderdi.

Özellikle yaşlı kadınlar sözlerinde çok ısrar ederlerdi, Kaya’nın evliliği konuları açıldığında. İşte bu konu açıldığı zaman, Kaya daha fazla durmaz, çok fazla konuşmadan herkese çay söyleyip, kendininki de içer, çıkardı.

Yollara düşünce hemen eve ulaşmak isterdi. Henüz konunun kapanmadığını bildiği için gün boyu cemiyete uğramazdı, bir daha. Sazını taşımanın da bir anlamı yoktu artık. Şayet sırtında hem yük yapıyor, hem de insanlarını düşüncelerini kestiremiyordu. Tabii ki de hiçbir şekilde sazından gücenmiyordu, aksine gurur duyuyordu. Ancak bütün gün sırtında sazla gezmeyi hoş bulmuyordu. Sonunda eve ulaşıp, sazını bıraktı. On beş dakika kadar dinlendikten sonra günlük rutin işlerinin hemen hemen hepsini bitirdiğini fark etmişti. Arabasının anahtarını alarak dışarı çıktı. Araba sürmeyi çok sevmiyordu. Eczane ve cemiyet evine yakın olduğu için yürüyerek gidip geliyordu. Spor merkezine ise sabah koşusundan sonra uğradığı için sorun çıkmıyordu. Arabasını oturduktan sonra – arabasının pozisyonu evini tam cepheden gören bir vaziyettedir – sahip olduğu her şeyi bu meslek sayesinde kazandığını hatırladı. Belki de ısrarla sevdiği alanda devam etseydi, yine bütün bunlara sahip olabilirdi ama elbette bunlar 30’lu yaşlarda değil de ileriki yaşlarda olurdu. Önce Yaratıcı’ya şükredip, ardından anne-babasına teşekkür etti.

Arabasını çalıştırdı. Ekranda o günün ayın son günü olduğunu gördü. Zamanı bu kadar dikkatli kullanan bir insanın günleri neden takip etmediğini senelerdir aklı almıyordu. Belki de sabah haberlerinde duymuş olabilirdi ama muhtemelen ya o an dikkatli değildi ya da önem vermedi. Onun için günlerin ilerleyişinden çok zamanın ilerleyişi önemliydi. Takvimin üzerinde gördüğü günün kendisi için pek bir anlamı yoktu. Belki de bu yüzden 30’una gelmesine rağmen evlenememişti. Önce mağazaya gidip birkaç hediyelik ve oyunca aldı. Mağazadan çıktıktan sonra kimsesiz çocuklar yurduna gitti. Oradaki çocukları sevdi. Oyuncaklarını verdi.

Bu yaşına rağmen çocuğunun olmaması onu üzüyordu. Yaşıtları evlatlarını severken, o sevemiyordu. O da mecburen bu üzüntüyü onlara belli etmeden çocuklarla paylaşıyor ve gideriyordu. Çocuklara bir dahaki ayın son gününde sözleştiler. Kaya bir engel çıkmayacağı takdirde yine aynı saatlerde geleceğini söyleyerek ayrıldı. Arabasına geri döndü.

İlk arabaya bindiğinde aklına gelen anne babasının ziyaretine gitti. Nerdeyse bir haftadır, telefon dışında görüşmüyorlardı. Haftada en az 2-3 kere görüşmelerine karşın bu haftalarda arayı bu kadar açması ebeveynlerini biraz olsun üzmüştü. Ancak şu an için çocuklarının yanlarında olmasını bütün üzüntülerini gideriyordu. 30 yıl önce – biraz da geç olan – çocuklarını kucaklarına alıp nasıl sevdilerse, halen öyle seviyorlardı. Oya Hanım ve Salih Bey oğulları Kaya’nın yüzünü solgun gördüler. Kaya farkında değildi. Ama çok fazla ısrar da etmediler. Kaya oradan da ayrılırken, son kez ana babasının elini öptü ve isteklerini sordu. Selametle, deyip ayrılırken ikindi vaktinin yaklaştığını gördü.

Karnının acıktığını hissetti. Sabahleyin acelece yaptığı kahvaltıdan beri doğru dürüst bir şey yememişti. Az önce annesi sormasına rağmen, kadıncağız uğraşmasın diye gelmeden önce yediği yalanını söylemişti. Arabayla en yakındaki restorana gitmek istedi. Ancak tesadüfen, ilerleyen zamanlarda anne babasının oraya gelme ihtimalini düşünerek böyle bir şey olduğunda annesinin her ne kadar belli etmemeye çalışsa da üzüleceğini düşündü. Biraz daha sıktı dişini. Şehir merkezine gelmişti. Sıklıkla aynı yerden yediği lokantaya girdi. Karnını doyurduktan sonra bir kafeye gitme kararı aldı. Arabasına atladı. Yanında zaten hiç kitap eksik etmezdi ama yine de kontrol etti torpidoyu. Kitabı da vardı.

Artık kafeye gidebilirdi. Lüks bir kafeye gitti. Belki de sağlıkçı olmasının da etkisiyle sigara alkol gibi alışkanlıkları yoktu. Alkolsüz içecekler tercih ettiği için, karışık meyve suyu istedi. Kitabını okumaya başladı. Meyve suyu bittikten sonra, garsondan çay istedi ve boşaldığında bardağının tazelenmesini rica etti. Çünkü tarih kitaplarını okurken edindiği alışkanlık artık bir huy oluvermiş, okuduğu kitap kendini sürüklediğinde hiçbir şeyle muhatap veya meşgul olmazdı. Hava kararmasına henüz birkaç saat daha vardı, ancak eskiden çok bol gelen zamanının, işleri yoluna koyduktan sonra ki bunda Mümtaz etkisinin ne kadar çok olduğunu kendi de gayet iyi biliyordu, zamanın yetmeye başladığını fark etti. Kendi içinde gece uyuma ve sabah uyanma saatleri arasındaki mesafeyi kısaltırsa rutin işlerini beriye alınca kendine ayıracağı zamanın daha da artacağı şeklindeki muhasebesini yaparken bir anlığına gözü kapıya ilişti.

Kapıdan içeri gelen genç kadının özellikle davranışları Kaya’da tanıdıklık havası uyandırıyordu. Ancak Kaya pek de umursamadan kitabını bıraktığı yerden bitirmek için sadece kitaba odaklandı. Kaya’nın böyle de bir özelliği vardı. Birden fazla işle aynı anda uğraşmayı sevmiyordu. Her şeyi sırayla yapmak istiyordu. Ancak uğraştığı işin de kusursuz ve harika bir formda olmasını istiyordu. Aynı şey yaşamındaki bütün faaliyetlerinde ve özellikle davranışlarında geçerli bir hal alıyordu.

 

 

II

 

 

Ergin çağından beri hava karardıktan sonra fazla dışarıda durmazdı. Genellikle akşam ezanından sonra eve gelirdi. Yine aynısını tekrarladı. Hava kararmaya dönerken kafeden ayrıldı ve doğrudan evine gitti. Evine giderken de evdeki eksiklikleri tamamlamak için markete uğradı.

Eve döndüğünde günlerinin ne kadar monoton olduğunu bir kez daha fark etmişti. Hemen hemen her gün aynı şeylerle uğraşıyordu. Bu durgun yaşamının sıkıcılığından usanarak yatağına uzandı. Uyumuyordu, ancak biraz olsun hayattan soyutlandı ve sadece geçmişi düşünmeye başladı. Birçok işini mezuniyetine bırakmış, sadece ders çalışmıştı. Farkında olmadan geçen yaşları kitapların başında eskimişti. Yine de o günlere hatırladığında şuan ki sosyalliğine rağmen daha mutlu, daha heyecanlı, daha umutlu, daha maceralı hayatı vardı ve o zamanlar gelecekten daha umutluydu. Hülyalar âleminde gezinirken, lise aşklarını hatırladığı sahnede yakın zamanda gördüğü bir yüzle irkilerek kendine geldi. Evet, bugün kafede gördüğü bu kadın O’ydu. Derin’di. Nasıl da tanıyamamıştı? Kaç senesini heba etmişti o kız yüzünden? Edebiyat merakını başlatan, Kaya’ya ilk defa şiir yazdıran bu kız değil miydi? Hayatı boyunca yazdığı en anlamlı akrostişi bu kıza yazmamış mıydı?

Bu düşünceleri bir kenara bırakıp, monoton işlerine devam ederek, çalışma odasına gitti. Çalışma odasına girdiğinde, önce kitap okur, sonra yazılarını yazardı. Eline uzanan ansiklopedilerinden birini alıp, rastgele bir sayfa açtı. Okumaya başladı. Birkaç saat sonra şiir yazmaya başladı. İsyancı bir tavırla başladığı şiirini lirik bir şekilde son vermesi ister istemez Kaya’nın dikkatini çekmişti. Bugünkü değişikliğinin kaynağını aradı. Önce sebebin Derin olduğunu düşündü. Onu görmesi yüzünden bu hali aldığını zannetti. Ancak sabah ailesinin yanına gittiğinde anne-babası da ondaki değişikliği fark etmişti. Oysaki kafeye anne-babasını ziyaret ettikten sonra gitmişti. Nedeni bulmaya çabaladıkça zihni yoruluyor, ona oyunlar oynamaya başlıyordu. Gözünün önünde yakın geçmişteki olayları canlandırıyor, ancak bir türlü bulamıyordu. Son kanısı “Muhtemelen Derin’in etkisi ve bunu önceden sezmem.” şeklinde oldu. Uykunun her şeye çözüm olduğuna inanıyordu. Küçük yaşlarda böyle bir söz okumuştu ve kendine adeta ilke edinmişti. Sıkıntıya düştüğü anda uyur, uyandığında tüm sorunları çözebilmek için uygun vaziyetin oluşacağına inanırdı. Gecenin geç saatlerinin geldiğini fark etti. Kafede yaptığı uyku muhasebesini aniden kendini gösteren Derin meselesi yüzünden gerçekleştiremedi. Saatler yine gece yarısını geçmişti. Sabah erken kalkacağı ayrıca Derin mevzusunu kafasında daha fazla dallandırmamak için yatağına koştu.

Sabah her zamankinden 1 saat erken uyandığını fark etti. Belki de zihnindeki geçmeyen kalabalık uyumasına mani olmuştu. Dünkü muhasebesinin ardından böyle bir uyanış elbette ki çok hoşuna gitmişti ve uyuyakalmamak için yataktan fırladı. Tüm rutin işlerini 1 saat geriye çekme fırsatı oldu. Eczanede fazla durmadı, Cemiyet’te de müzik söyleyişinin ardından sohbete kalmayıp çıktığında henüz öğle vaktiydi. Oldukça uzun bir zamana sahipti, bugün. Ne yapacağı karşısında kararsız kaldı. Eve gitmeye karar kıldı.

Ev yolundayken bir şeyi fark etti. Günlerdir, aklından hiç çıkmayan tek bir kelime, tek bir isim vardı: Derin. Mütemadiyen onu düşünüyordu. Lisede yaşadıklarını, tatlı gülüşlerini hatırladıkça mutluluğu artıyor; beraberinde onu umursamayışını, “Senden hiçbir şey istemiyorum!” şeklindeki bağırışlarını hatırladığında ise kederleniyordu. Yinede ona olan öfkesi arttıkça fark etmeden sevgisi de artıyordu. Senelerdir, ilk defa böyle bir duyguya kapılmıştı. Sonuçta Kaya bekâr bir adamdı; ancak sevgiye muhtaçtı ve muhtaç olduğu sevgiyi Derin’de bulabileceğini, ancak onun sayesinde bu aşk açlığını bastırabileceğinin farkındaydı.

Aceleci kararları yüzünden mutlu olamadığına çokça şahit olmuştu. Derin konusu diğer konulardan her zaman için daha ciddiydi, onun için.  Kafasındaki düşüncelerle eve yaklaştı. Düşünce karmaşası yüzünden bitap düştüğünü fark etti. Kafasını dinleyebileceği bir ortama ihtiyacı vardı.

Şehrin dışında bir düzlük vardı. Kimsenin yaşamadığı, ormanın berisinde, çayırların uzunca olduğu, ağaçların az ancak uzun dalları sayesinde bulundukları alanı güneşten arındıran, yer yer koyunların, ineklerin, atların sahiplerinden kaçtıklarında otlamaya geldikleri uçsuz bucaksız bir yerdi burası. Ova üzerinde kurulan bu şehirde, buna benzer bir yer bulmak çok zor değildi. Ancak insanlardan uzaklaşmak istiyordu Kaya. O’nun için burası eşsiz bir fırsattı. Önemli kararlarını verdiği zamanlarda kimseye haber vermeden buraya gelir, muhasebesini yaptıktan sonra şehre döner, işlerini hallederdi.

Düzlük’e giderse Derin konusunda çok daha rahat düşüneceğine inanıyordu. Eve dönmüştü. Hemen arabasına atladı. Çevre yolundan düzlüğe ulaştı. Arabasını hemen ulaşamayacağı bir yere bırakıp, ileriye doğru gitmeye başladı. Beşeri unsurlardan arınıp, bu doğallığın içinde kendini bulmak istiyordu. Bir ağacın gövdesine yaslanıp, gözlerini kapadı.

Düşünmeye başladı. Lise yıllarından bu yana hiçbir şey mi değişmedi? Yıllarca görmediği birine yeniden niye tutulmuştu? Her zaman inandığı gibi “Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.” düşüncesiyle hareket edip, şehri terk mi etmeliydi? Peki ya seyahat etmeye geldiyse bütün düzenini baştan kuracağı anlamına geliyordu. Ayrıca belki de gideceği şehirde yaşıyordu. En önemli ayrıntıyı hatırlayınca irkilerek gözünü açtı: Ya evlendiyse! Evet, mümkündü. Kendisi gibi Derin de 30 yaşındaydı. Evlenmiş olması muhtemeldi. Eğer böyle bir durum varsa ne yapacaktı? “Aman Ya Rabbi, bu nasıl ıstıraptır, böyle?” derken tenini okşayan rüzgârdan üşüdü. İçini boşaltacağı birine ihtiyacı vardı. Yoksa böyle bir durumda sadece kendi kuruntuları yüzünden yanlış davranışlarda bulunabilirdi. Saatine baktığında beşe yaklaşıyordu. Dün kafeye hemen hemen bu saatlerde gitmişti ve aradan yarım saat kadar sonra da Derin teşrif etmişti.

“Nasıl unuturum?” diye bağırarak kendine kızdı. Zamanın geçtiğini fark etmemişti. Eğer geç kalırsa Derin’i ikinci bir defa görme şansını kaçırabilirdi. Kafasındaki kuruntuları artıyordu. Ya iki günlük bir tatile geldiyse, ya bugün son defa oraya uğrayacaksa, ya onu bir daha göremezsem şeklindeki düşünceleri onda yorgunluk yaratsa da koşarak arabasını buldu. Arabasını çalıştırdı ve istikametinde hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı. Hemencecik şehir merkezine ulaştı. Aynı kafeye giderek, aynı kata(2.kat) çıktı. Aynı masaya oturmak istedi. Ancak oranın dolu olduğunu fark etti. Genç bir bayan orada oturuyordu. Siyah dalgalı saçları oturduğu koltuktan arkaya sarkıyordu. Derin olma ihtimalini düşündü. Belki de Derin de Kaya’yı seviyordu. O’nun da aynı kafeye gelebilmek ihtimalini düşünüp de gelmişti. Ancak sadece saçlarından yıllardır görüşmediği bir kişiyi tanıması o kadar da kolay olmayacaktı. Bu yüzden genç bayanın yanına oturmayı tercih etmedi. İlerideki bir masaya oturdu.

Masaya oturduğunda saçlarından benzettiği bu genç bayanın Derin olduğunu anlamıştı. Öncelikle kafasındaki soru işaretlerini gidermesi lazımdı. Doğrudan kadının parmağına baktı. Yüzük yoktu, diğerine baktı onda da yoktu. Bu demekti ki, evli veya nişanlı değildi. Biraz olsun rahatladığını hissetti. Ancak onunla ilgili çok fazla şey, hatta hiçbir şey bilmiyordu. Doğrudan karşısına çıkamazdı. Bir müddet bekledi. Ne yapacağını bilmiyordu. Yarım saat kadar Derin’i izledikten sonra hesabı istedi. Parayı ödeyip, çıkacaktı.

 Derin’in masasının önünden geçerken bir anlığına göz göze geldiler. Kaya duraksadı. Adeta her ikisi de birbirlerinden birer kelime beklercesine sadece bakıştılar. Cesareti artmaya başlayan Kaya dilini daha fazla tutamadı:

- Ben sizi tanıyor muyum? dedi.

- Olabilir, dedi, Derin.

- Lisede bu şehirde miydiniz? dedi Kaya.

- Evet, dedi, Derin. Anadolu Lisesi’ndeydim.

- Bende, diyerek ekledi Kaya, heyecanlı bir şekilde. Adınız Derin miydi? diye sordu.

- Evet, sen de Kaya mısın yoksa? dedi

- Doğru. Yıllar bazı şeyleri götürse de hala aynı Kaya’yım, dedi. Buralarda mısın? şeklinde devam etti.

- Evet, geçen ay yüksek lisans çalışmalarımı tamamladım. Şehrime geri dönmek istedim. Öncesinde yurt dışındaydım, dedi.

- Güzelmiş, demekle yetindi.

Bu sohbetten sonra selamlaşarak ayrıldılar. Derin eski arkadaşını gördüğünde sevinmişti. Ancak, yıllar bazı şeyleri götürse de aynı kaldığını söylediğinde, Kaya’nın ne demek istediğini idrak edememişti. İnceden bir dokunuş muydu, yoksa edebi bir konuşma mı yapmak istemişti, bilemedi.

Kaya’nın mutluluğu arttı, bir o kadar da kıskançlığı. Her ne kadar mesleğine isteksiz bir yaklaşımı da olsa, sonuçta eczacılık onun mesleğiydi. Tıpkı İktisatçılığın Derin’in mesleği olduğu gibi. Lise hayatı boyunca yarıştığı aynı zamanda âşık olduğu bu kızın yükselişinin ardından kendisinin mezun olduktan sonra hiçbir ilerleme kaydetmediğini gördüğünde sinirden patlayacaktı. Kafasındaki bütün duyguları atıp evine gitmeye karar verdi.

Sinirle kapıyı vurarak evine girdi. Koşarak bilgisayarını açtı. Üniversitenin sitesine girdi. Yüksek lisans ve doktora şartlarını öğrendi. Şartların kendisine uygun olduğunu gördüğünde yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. Yıllarca yarıştığı bu kızın artık altında kalmayacaktı. Daha bunu bugün öğrenmişti; ama sindiremezdi. Ertesi gün üniversiteye gitmeye karar verdi ve gerekli evrakları hazırladı.

Derin’e ne zaman âşık olsa başına hep aynı şey mi gelecekti? Lisede de âşık olduğu sırada, kendini hep yukarılarda görmek isteyen bu genç ilk sene her ne kadar kendini rahat bıraksa da, sevdiceğinin kendisini geçmesi Kaya’daki azim duygusunu uyandırmış ve çalışma fitilini ateşlemişti. Diğer 3 sene de Derin’in notları daha yüksek olsa da üniversite sınavında gerek alan içi gerekse alan dışı puanı Kaya’nın Derin’den daha fazlaydı. Sonuçta Derin’de, Kaya’da sayısal öğrencisiydi ve aynı sınıftaydı. Ancak Derin seçimini eşit ağırlık bölümünden yana kullanıp, İktisat okumayı tercih etti.

Yine aynı şevki, bu sefer mesleğine olan şevki artan Kaya’nın bu durum bir bakıma hoşuna gidiyordu. Sonuçta icra ettiği mesleği sevmesi gerekiyordu ve bu vesileyle daha çok sevecekti.

Yarın üniversiteye gidecekti. Bu yüzden erkenden uyumayı tercih etti. Ancak gerçek hayatındaki sıkıntıları rüyasına yansıdı. Rüyasında Derin’in kendisini ezdiğini gördü ve bağırarak uyandı. Sabah olana kadar bu olay kendini 3-4 kez etmişti.

Sonunda sabah olduğunda kahvaltısını ihmal etmeden yaptı, dişlerini fırçaladı, duşunu aldı. Her gününün aksine bugün haberleri izlemedi, sabah koşusunu da yapmadı. Dün hayatının monoton olduğunu düşünürken, bugün istemeden bu sabit düzeni kırdı. Evden çıkmadan önce evraklarını kontrol etti. Eksik yoktu. Koridordan ona ağlayan sazını bu sefer yanına almadı. “Bugünlük beni affet, eski dostum.” diyerek kapıyı kapadı. Garaja inip, arabasını çalıştırdı.

Eczanesinin önünden geçerken durdu. Arabadan indi. Mümtaz’a bu aralar çok yoğun olacağını, kısmetse doktoraya başlayacağını, ancak eczaneye sık sık uğrayacağını söyledi. Mümtaz işinin hafifleyeceğini de düşünüp, mutlu oldu. Ayrıca patronu doktora adayıydı. Üniversiteye gecikmeyim, diyerek ayrıldı Kaya.

Üniversiteye ulaştı. Yüksek lisans bölümüne gitti. Aday olup, olamayacağını öğrendi. Kabul edilmişti. Sonraki hafta sınav vardı, eğer geçerse doktoraya başlayabileceğini öğrendi. Evrakları bırakıp, birazdan aceleci bir tavırla eczaneye ulaştı. Sınava bir hafta olduğunu acilen bilgi toplaması gerektiğini söyledi. Mümtaz, ders notlarını paylaşabileceğini söyledi. Kaya buna çok sevindi. Çünkü elinde kendi ders notları yoktu. Unuttuğu bazı şeylerin olması muhtemeldi. Ancak bu bir hafta içinde Mümtaz’ın notlara ihtiyacı olup olmadığını öğrenmesi gerekiyordu. Mümtaz ihtiyacının olmadığını belirtti.

Eve ulaştığında Kaya, üniversite yıllarından herhangi bir kitabının kalıp kalmadığına bakmak için kütüphaneyi karıştırdı. İşine yarayabilecek birkaç kitap ve not buldu. Bunları hala saklı tuttuğuna inanamıyordu. Elinde Mümtaz’ın da ders notları vardı. Artık yapması gereken tek şey biraz ders çalışmaktı.

   

III

 

Diğer yandan Derin ise Kaya’nın duygularından habersiz olanları anlamaya çalışıyordu.


[Taslak burada sona eriyor. Devamını getirmek hiçbir zaman nasip olmamış...]

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutluluk bahçesi

İç İçe Geçmiş Halkalar Teorisi

en uzun gün

Bana e-posta gönderebilirsiniz

Ad

E-posta *

Mesaj *